3 Kasım 2008 Pazartesi

Dünden Bugüne Ülkücü Hareket'in Kısa Bir Analizi




Ülkücü bireyler olarak dün Türk-İslam medeniyetini yeniden ihya etme yolunda ideallerimiz, hayallerimiz vardı. Rüyalar görüyorduk. Türk dünyasını Turan`a dönüştürmeyi, Müslümanları ümmet şuuruna erdirmeyi ve tamamen maddeleşen ve hayvanileşen batıya karşı insanlığı kurtarmayı ve kucaklamayı kendimize ülkü edinmiştik.


Ülkümüzü gerçekleştirmek için kadrolar gerekiyordu. Kadroları eğitmek üzere memleketin dört bir tarafında Ülkü Ocakları inşa edildi. Bu ocaklarda imanlı, ahlaklı, onurlu, cesur, çağın gereksinimleriyle donanmış, davasına yürekten bağlı, ülkü erleri yetiştirmek gerekiyordu. Ocaklar bugün olduğu gibi dün de millet teminatının geleceği olan gençlikle ilgileniyor özellikle de liseli ve üniversiteli gençleri pişiriyor, geleceğe hazırlıyordu. Gençler, geleceğin mimarları, mühendisleri, doktorları, üniversite hocaları sanayicileri iş adamlarıydı. Teknolojiyi kavrayan ve kullanan, dünyayı tanıyan, tarihini bilen, dinini seven, milletinin sıkıntısını, derdini bilen onunla hemhal olan aydın, yönetici vasfına sahip kabiliyetli, şahsiyetli insanlardı. Yetiştirilen bu ülkücü kadrolar, meselelere getirdikleri çözümlerle, yavaş yavaş milletin gönlünde taht kurarken aynı zamanda devletin her kurumunda ve kademesinde görev almaya başlamışlardı. Bir büyüğümüzün dediği gibi “ya ülkücüler devletleşecek ya da devlet ülkücüleşecekti”. Yani ülkücüler devletleşiyordu.


Sonra bir el kendi iradesinin dışında bu kadro hareketini sokak çatışmalarına oradan zindanlara mahkûm etti. Sokaklardayken ağabeylerimiz kahpe kurşunlarla vuruldu, ağladık gözyaşımızı dahi silemedik. Bir sonbahar sabahı evimizin, ocağımızın önünden asker polis bizleri tek tek aldı ve dönüşü dahi belli olmayan zindanlara götürdü. Ne oldu? Nereye götürüyorsunuz? Sorusuna karşılığının ne olduğunu bilmediğimiz bir kelimeyle “ihtilal” oldu dediler. Belki ihtilal kelimesini biliyorduk fakat ne anlama geliyordu, ne ifade ediyordu çoğumuz farkında değildik.


Sonra... Sonrası malum cezaevinden çıkanların dahi devlet terbiyesiyle ar, edep sayıp -veya siz ne sayarsanız sayın- o dönemle ilgili ne konuştuklarını ne de yazdıklarını gördük. Çok zorladığımızda üstün körü anlattıkları kadarıyla biliyoruz ki ülkücü ağabeylerimizi misafir etmediler. İşkencelere tabi tuttular. Ama artık yeni nesil biliyor ki; Yusufyüzlülere analarının, eşlerinin, çoluk çocuklarının karşısında hakaret, eziyet ve işkence edildi. Ve yine bizler biliyor ve inanıyoruz ki siz dünün yiğit mert ülkü erleri; telkin, teklif ve işkenceler karşısında yılmadılar, yıkılmadılar, dönmediler, dönek olmadılar, satmadılar. Çünkü onlar inanmış iman etmiş ve o uğurda can vermiş ülkü erleriydiler. Dava adamlarıydılar. Velhâsıl adam gibi adamdılar.

Hareketin siyasi kadrosu mahkûm edilirken dışarıda kalan bir kısım ülkü devleri(!): üniversitelerdeki hocaları, kurumlarda makam mevki sahibi bürokratları, şehirlerdeki esnafları hatta MHP`nin siyasi tabanını dönemin iktidarlarına pazarlamaya kalktılar. Bu kişilerden -ya makam mevki uğruna ya da ülkücü hareketteki nasiplerinin tükenmesi nedeniyle- iktidarın kulu kölesi olanlar içinde siyasi ve ideolojik olarak ülkücü hareketin misyonunu tamamladığını yumurtlayanlar dahi çıkmıştı. Sağ iktidarlar zamanında bu bürokratlar kendilerini hep ülkücü olarak tanımlayıp sıfatlandırırken 1999`da MHP iktidar ortağı olduğunda görüldü ki bizim dediğimiz bu insanlar bizim değil. Başkalaşmış veya başkalarının olmuş.


Hasan DANAYİYEN